Kadıköy’ün Ara Sokaklarından Galata’ya Uzanan Bir Yürüyüş

Bir ürün yöneticisi yolculuğu boyunca çevresini gözlemlese nasıl düşünürdü?


Sabahın erken saatlerinde Kadıköy’ün Boğa Heykeli’nden başladım yürüyüşe. Elde kahve, kulakta şehrin fon müziği… İstanbul’un bu sabahki tonu gri, ama hareket hiç eksik değil. İnsanlar işe yetişmeye çalışıyor, ellerde çantalar, yüzlerde yorgun ama kararlı ifadeler.

Benim ise işim biraz farklı. İnsanları anlamak, onların hayatına dokunabilecek çözümler üretmek. Ne zevkli şey değil mi?

İlk Durağım: Söğütlüçeşme’nin Karmaşası

Boğa’dan aşağıya yürüyüp Söğütlüçeşme Metrobüs Durağı’na ulaştım. Herkes koşturuyor, ama bir an durup çevreme bakıyorum. Bir adamın yüzünde endişeli bakış görüyorum: İşe geç kalmadan yetişebilecek miyim? Yanında yaşlı bir teyze, bastonuyla yürümeye çalışırken turnikelerden geçmekte zorlanıyor. Genç bir kadın, telefonuna bakarak metrobüs kartını arıyor ama sırt çantasında bulamıyor. Tüm bu telaş içinde “Bu insanlar için küçük bir şey yapabilecek olsak eylemlerini nasıl kolaylaştırabilirdik?” diye düşünmeden edemiyorum. Yürümeye devam ediyorum.

Parkta Minik Dertler

Yoğurtçu Parkı’na ulaştığımda çocukların kahkahaları duyuluyor. Ama bir yanda bir baba, parkta oyun oynayan oğluna yetişmeye çalışırken bir yandan da küçük çocuğu kucaklamış bir anneye yardım ediyor. “Ebeveynler için çocuklar oynarken biraz daha dinlenebilecekleri bir alan olsa…” diyorum kendi kendime.

Tam bu düşünceyle boğuşurken bir köpek sahibiyle karşılaşıyorum. Labrador cinsi köpeğiyle oynuyor. Ama köpek aniden yola doğru koşunca ipini zor zaptediyor. “Ya bir uygulama olsa, parkta köpeğin nerede olduğunu anlık takip etsen?” diye düşünüyorum. Hayvan sahipleri için bir tür güvenlik ve takip sistemi… Hemen not alıyorum.

Moda’nın Sessiz Sokaklarında

Moda Caddesi’ne doğru yöneliyorum. Sokaklar daha sakin. Kafelerde oturan insanlar, kitap okuyan gençler, sokak sanatçıları… Moda sahiline doğru inerken yaşlı bir amca, elleri titreyerek çöp kutusunun yanında duran plastik şişeleri toplamaya çalışıyor. Gözlerim bir an amcayla şişeler arasında gidip geliyor.

“Bu insanlar geri dönüşüm konusunda bir teşvik sistemine sahip olsa?” diyorum. Belki topladıkları geri dönüştürülebilir ürünler karşılığında puan kazanabilirler ve bu puanları market alışverişlerinde kullanabilirler. Hem çevreye fayda hem de bireysel motivasyon… Bu fikir beni heyecanlandırıyor.

Galata’ya Doğru Bir Vapurluk Düşünce

Moda’dan Karaköy’e gitmek için vapura biniyorum. İskelede kuyruk var ama bu sefer acele etmiyorum. İnsanları izlemek istiyorum. Bir çift, akbil almaya çalışıyor ama makine arızalı. “Bu sistemler neden daha kullanıcı dostu değil?” diye düşünüyorum. Bir başka köşede turistler var, Türkçe bilmedikleri için hangi iskelede inmeleri gerektiğini çözmekte zorlanıyorlar.

Turistlerin yaşadığı bu küçük sorunlara da çözüm üretebilirim. Ya mobil bir rehber uygulaması olsa, seni istediğin durağa kadar adım adım yönlendirse? Hem Türkçe bilmeyenler hem de İstanbul’un karmaşıklığında kaybolanlar için… Teknolojiyi bu kadar kolay adapte etmek neden hala zaman alıyor?

Karaköy: Yokuşların Hikayesi

Karaköy’e ayak bastığımda, hemen Galata Kulesi’ne doğru yürümeye başlıyorum. İnsanlar yokuşlarda biraz nefes nefese, kimi telefonuna bakıyor, kimi “Burası gerçekten burası mı?” diye etrafına soruyor. Bu şehrin navigasyon ihtiyacı bambaşka. Sokakların ruhunu kaybettirmeden nasıl bir rehberlik sistemi geliştirebilirim?

Bir yandan da yokuşların yaşlılar ve engelli bireyler için ne kadar zor olduğunu fark ediyorum. Belki de şehir içindeki belli başlı turistik yollarda küçük, kişisel taşıma cihazları kiralanabilir. Kolay taşınabilir, ekonomik ve pratik bir çözüm…

İnsanlar ve Çözümler

Galata Kulesi’ne ulaştığımda, İstanbul’un manzarası karşısında biraz durup soluklanıyorum. İnsanların günlük yaşamda karşılaştığı küçük sorunların aslında ne kadar büyük sonuçlar doğurabileceğini bir kez daha fark ediyorum. Kadıköy’den Galata’ya kadar, insanların sorunlarına çözümler üretmeye çalışırken şunu anladım: Bu şehirde yaşayan herkesin bir derdi var ama çoğu kez bu dertleri çözmek çok da karmaşık değil. Sadece doğru gözle bakmak ve çözüm üretmek gerekiyor.

Böyle bir yürüyüş, beynimde birçok fikrin filizlenmesine neden oldu. Geri dönüp ofiste oturduğumda bu fikirleri bir ürüne dönüştürmek için sabırsızlanıyorum. Şimdi sıra bu küçük anları birer büyük fırsata çevirmekte. İstanbul, her köşesinde yeni bir ilham sunmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir